Hz. Muhammed, yaşamında daima adaleti ilke edinmiştir. Hakkı gözetirken, adaleti uygularken insanlar arasında fark gözetmemiştir. O, ilahî emirler doğrultusunda hareket etmiştir.
Bir toplum sevgiyle kaynaşır, adaletle ayakta durur. Haksızlık ve adaletsizlik toplumlarda huzursuzluğa yol açar. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamberin dosdoğru olması ve insanlar arasında adaleti gerçekleştirmesi emredilmiştir. (Şûrâ suresi, 15. ayet.) Allah Resulü adaleti gerçekleştirmek için herkesin hakkını korumaya çalışmıştır.
Yüce Allah, Mâide suresinin 8. ayetinde hak ve adaletle ilgili şöyle buyurur: “Ey inananlar! Allah için adaletle şahitlik edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın, takvaya yakışan budur. Allah’tan korkun, kuşkusuz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
Allah Resulü, hak ve adaletle ilgili ilahî emirleri bir taraftan insanlara tebliğ ederken bir taraftan da bunları kendi hayatında uygulamaya koymuştur. Bu emirleri insanlara bildirmekle görevli olan Hz. Muhammed insanlara örnek olmuştur.
Hz. Peygamber, hak hususunda hiç kimseye en küçük ayrıcalık tanımamıştır. Şu örnek bunu açıkça ortaya koymaktadır: Kureyş kabilesinden bir kadın hırsızlık yapar. Bir kısım ileri gelen Kureyşliler Hz. Muhammed’e bir aracı göndererek kadını affetmesini isterler. Bu işi Hz. Muhammed’in çok sevdiği bir kişi olan Üsame’nin yapabileceğini düşünürler. Sonra durumu iletmek üzere Üsame’yi Peygambere gönderirler. Üsame gelip durumu anlatınca
Hz. Peygamber üzülür. Ayağa kalkarak şunları söyler: “Ey insanlar, sizden önceki insanlar aralarında varlıklı biri hırsızlık yaptığında ona dokunmazlar; zayıf biri hırsızlık yaptığında ise onun cezasını verirlerdi. Allah onları bu yüzden helak etti. Allah’a yemin ederim, değil o kadın, bu suçu işleyen Muhammed’in kızı Fatıma bile olsa onun da cezasını veririm.” (Buharî, Hudud, 12; Müslim, Hudud, 8, 9.)
Hz. Muhammed daha peygamberlik görevi verilmeden önce de haksızlıkların karşısında duruyor ve haklının yanında yer alıyordu. Bundan dolayı Erdemliler Topluluğu(Hilfu’l-Fudul)’na katılmıştır. Bu yolla haksızlığa uğrayan, güçsüz ve kimsesiz insanların hakkını korumuştur.
Hz. Peygamber kul hakkına çok önem verirdi. O, kul hakkının büyük bir sorumluluk gerektirdiğini belirtmiş ve bu sorumluluk bilinciyle yaşamıştır. Örneğin vefatından birkaç gün önce bütün Müslümanların önünde, “Ey Müslümanlar, şayet birinize haksız bir muamelede bulunmuşsam onu ödemeye hazırım. Kimin hakkı varsa işte şahsım işte malım gelsin alsın.” (A. Himmet Berki-Osman Keskioğlu, Hatemü’l Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, s. 431.) diyerek üzerinde hiç kimsenin hakkının kalmasını istememiştir. Bu uygulamasıyla bütün insanlığa örnek olacak asil bir davranış sergilemiştir.